Turkish (Turkiye)English (United Kingdom)

Main Page Articles and Commentaries Negotiations and Eurobarometer

Negotiations and Eurobarometer

Emre YILDIRIM
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik sürecinde 19 Aralık 2007 tarihi itibariyle iki başlık daha, tüketicinin ve sağlığın korunması ile trans-Avrupa şebekeleri fasılları müzakerelere açıldı. Brüksel’de Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan’ın katılımıyla gerçekleşen açılışta AB Dönem Başkanı Portekiz’in Dışişleri Bakanı Luis Amada, AB Komisyonu Genişleme Genel Müdürü Michael Leight, Türkiye Masası Başkanı Christian Danielson ile üye ülke temsilcileri hazır bulundular. Açılan başlıklar tüketicinin ve sağlığın korunması ile trans-Avrupa şebekeleri, bilim ve araştırma faslının 2006 yılında açıp kapanması ile 2007 yılının ilk yarısındaki Almanya dönem başkanlığı sırasında işletme ve sanayi politikası, istatistik ve mali kontrol olmak üzere üç fasılda müzakerelerin başlatılmasının ardından Türkiye’nin toplam otuz beş fasıldan oluşan müzakere sürecinin altısı kadar yol katettiğini gösterdi.

Trans-Avrupa şebekeleriyle tüketicinin ve sağlığının korunması fasılları, ’’Hükümetlerarası Katılım Konferansı’’ ile müzakerelere açıldı ve AB dönem başkanı Portekiz, Fransa’nın aksi yöndeki tüm çabalamalarına rağmen konferansla ilgili tüm resmi AB belgelerinde ’’katılım’’ ifadesine yer verdi. Bu noktanın önemli olduğunu belirtmek gerekmektedir. Çünkü bilindiği gibi 10 Aralık tarihinde gerçekleştirilen, AB zirvesine hazırlık kararları almak için toplanan AB dışişleri bakanlarının toplantısında, genişlemeye ilişkin kararlarda, Fransa’nın ısrarı nedeniyle “katılım konferansı” yerine “hükümetler arası konferans” ifadesi tercih edilirken, müzakerelerin amacının üyelik olduğuna değinilmemişti. Fransa, sonucu önceden ilan ettiği gerekçesiyle “katılım” ve “üyelik” kelimelerine itiraz ediyordu. AB dışişleri bakanlarını buluşturan Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi kararlarında, “genişleme stratejisi” başlığı altında Batı Balkanlar için kuvvetli ifadeler kullanılırken, Türkiye’ye değinilmemesi dikkat çekiyordu. Hatta Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, oluşturulacak olan ’’Akil Adamlar’’ Komitesi önerisi ışığında kurulacak fikir grubunun görev tanımı konusunda farklı bir tutum sergilemekteydi. Sarkozy, Türkiye’nin üyeliği ve ‘hazmetme kapasitesi’ gibi konuların bu grubun yetkisine dahil edilmesini talep etmekteydi. Ama Sarkozy’nin, Türkiye’nin AB üyeliğini tartışmaya açmak için gündeme getirdiği akil adamlar önerisi taleplerine rağmen istekleri benimsenmedi ve bir uzlaşma formülü ortaya çıkarıldı. Uzlaşıya göre, birliğin 2030’a kadarki geleceğini değerlendirecek bir “Fikir Grubu” oluşturuldu fakat bu grup Sarkozy’nin talebinin aksine, “Avrupa’nın sınırları ve hazmetme kapasitesi” gibi Türkiye’nin üyeliğini de doğrudan ilgilendiren konuları tartışmayacak şekilde kabul edildi. Aynı zamanda Fikir Grubu, Avrupa Birliği’nin kurumsal meselelerini, politikalarını ve bütçesini de tartışmayacaktı. Bu grubun başına da İspanya’nın eski sosyalist başbakanı Felipe Gonzales atandı ve grubun temel görevi AB’nin 2020-2030 döneminde nasıl şekillenmesi gerektiği konusunda “kafa yormak” ve 2010 yılında sunacağı raporla önerilerde bulunmak olarak tespit edildi.

Bilindiği gibi Avrupa Birliği ile çetin pazarlıklar sonucunda Ekim 2005’de resmen başlatılan Türkiye ile üyelik müzakerelerinde şimdiye kadar 35 başlıktan ancak dördü açılabilmişti. Açılan başlıklardan bir tek “Bilim ve Araştırma” başlığı açılıp kapatılabildi. Türkiye’nin limanlarını Rumlara açmaya yanaşmaması nedeniyle geçen yılın Aralık ayında sekiz başlık askıya alınmıştı. Türkiye’nin, Ortaklık Anlaşmasına Ek Protokol hükümlerini tümüyle uygulama yönündeki yükümlülüğünü yerine getirmemesini takiben Konseyi, Aralık 2006’da, Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirdiğinin, Komisyon tarafından tespit edilene dek Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik kısıtlamalarını ilgilendiren sekiz fasılda müzakerelerin açılmamasını ve herhangi bir faslın geçici olarak kapatılmamasını kararlaştırmıştı. Böylece tam bir yıldan bu yana müzakereler sürecinde herhangi bir ilerleme kaydedilememişti. Bu süreçle birlikte Türkiye’nin üyelik sürecinde yaşanan gelişmeler her iki taraf içinde farklı anlamlar içermekle birlikte özellikle Türkiye kamuoyu açısından ne gibi sonuçlar doğurduğuna bakılması, konunun ’’durumu’’ açısından son derece önem arz etmektedir. Gelin, bu sonuçları görebilmek için AB’nın resmi araştırma kuruluşu olan Eurobarometre’ye kulak verelim.
Avrupa Birliği’nin resmi anket kurumu olan Eurobarometre’nin 2007 sonbaharında yaptığı araştırmaya göre Türkiye’de AB üyeliğine destek verenlerin oranı, son bir yılda yüzde 54’ten yüzde 49’a geriledi. Özellikle Eylül ve Ekim aylarında AB genelinde ve aday ülkelerde yapılan Eurobarometre araştırması, çeşitli konularda Türkiye’de birliğe olan yaklaşımın kötüye gittiğini ortaya koydu. Aynı zamanda AB üyeliğinin ülke için faydalı olup olmadığı yönünde de Türkiye kamuoyu yüzde 10’luk düşüşle yüzde 53 olumlu görüş bildirdi. Türkiye’de AB kurumlarına güvenenlerin oranında da geçen yıla kıyasla ciddi düşüş yaşandı. AB bürokrasisinin toplandığı AB Komisyonu’na AB’de ortalama yüzde 50 güven duyulurken bu oran Türkiye’de yüzde 32’den yüzde 17’ye indi. Avrupa Parlamentosu’na güven ise, yüzde 34’ten yüzde 20’lere düştü.

Rakamlara bakıldığında araştırmanın tüm başlıklarında ciddi bir gerileme göze çarpmaktadır. Bütün bu rakamlar tek başlarına çok fazla bir anlam ifade etmemekle birlikte son bir yılda gerçekleşen, özellikle müzakerelerin askıya alınması, ilerleme raporunda ön plana çıkanlar, Fransa’nın tutumu vs. gibi gelişmelerle birlikte dikkate alındıkları zaman çok daha açıklayıcı hale gelmektedirler. Zira Türk toplumunun geneline hakim olan bazı soru işaretleri bu gelişmelerle birlikte tekrardan su yüzüne çıkmaktadır. Türkiye’nin AB macerasını en azından medyadan takip etmekte olan kesimler bile ’’AB’nin bir Hıristiyan kulübü olduğu’’ yada ’’Sırf Türk olduğumuz, Osmanlı’nın torunları olduğumuz’’ için AB’ne üye olamayacağımız gibi söylemleri yeniden hatırlamakta ve AB’ne olan güvenlerini yitirmeye, sürecin iyiye gitmeyeceğini düşünmeye başlamaktadırlar. Zira yaşanan gelişmeler de bu düşüncelerin doğru olduğunu ispat edercesine sonuçlar doğurmaktadır. Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan’ın müzakerelerin iki başlığının açılması için Brüksel’deki konferansın ardından Portekiz Dışişleri Bakanı Luis Amado ve AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn ile düzenlediği basın toplantısında, isim vermeden Fransa’yı uyararak, ’’Eğer bazı ülkelerin çabalarının altında Türkiye’yi yıldırma, kendiliğinden (AB üyeliğinden) vazgeçirme niyeti varsa, peşinen söyleyeyim, başarılı olamayacaklar’’ sözlerine rağmen gelişmelerin bu şekilde devam etmesi durumunda Eurobarometre gibi araştırma sonuçlarının üyeliğe destek konusunda daha da düşebileceği ve ’’Türkiye’yi yıldırarak, kendiliğinden AB üyeliğinden vazgeçirmeyi’’ başarabilecekleri düşünülebilir. Nitekim yine Eurobarometre’nin aynı araştırmasına göre Türkiye ile aynı paralelde geliş(me)me gösteren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de (KKTC) halkın ilk defa AB üyeliğine sırt çevirdiği görülebilmektedir. AB’den hayal ettiklerini ve umduklarını bulamayan Kıbrıslı Türkler, üyelik için geçen yıl yüzde 54 seviyelerinde olan desteklerini bu yıl yüzde 47’lere çekmiştir. KKTC’de AB üyeliğinin ülkelerine faydalı olacağını düşünenlerin oranı ise, son bir yılda yüzde 58’ten yüzde 55’e geriledi. Aynı şekilde AB Komisyonu’na güvenen KKTC’lilerin oranı da geçen yıl yüzde 40 iken, bu yıl yüzde 29’a geriledi.

Müzakerelerin devamı ve üyelik perspektifinin korunması konusunda kamuoyu desteği ve siyasi iradenin hem Türkiye’de hem de Kıbrıs’ta hala devam etmekte olduğunu söyleyebiliriz fakat bunun ilelebet aynı oranda kalabileceğini daha doğrusu kendini koruyabileceğini iddia etmek mümkün gözükmemektedir. Türkiye kamuoyunda, AB üyeliğini bir araç olmaktan ziyade amaç olarak algılayan kesimler olmakla birlikte farklı alternatiflerin de olabileceğini düşünenlerin sesleri özellikle yaşanan gelişmelerle birlikte daha yüksek tonlarda duyulmaya başlanmıştır. Son bir yılda yaşananların daha vahim bir hal arz etmesinin önüne geçebilmek için müzakere sürecini statik konumundan çıkarıp dinamik bir evreye geçirmek gerekmektedir. Bunu gerçekleştirebilmek için de her iki tarafın samimiyetine ve sorun üretmektense çözüm bulmak doğrultusunda çabalarına ihtiyaç vardır. Adları üzerinde ‘‘müzakere’’ ve ‘‘entegrasyon’’ tek taraflı bir faaliyet olmanın ötesinde bir etkileşimin ön koşullarını içlerinde barındırmaktadır.
 

tasamyayinlari

1-2 Aralık 2010


{alt}