Turkish (Turkiye)English (United Kingdom)

Ana Sayfa Haberler Balkanlar’da Bölgesel İşbirliğinin Anlam ve Önemi

Balkanlar’da Bölgesel İşbirliğinin Anlam ve Önemi

Yugoslavya’da 1980’li yıllarda, Bulgaristan, Arnavutluk ve Romanya’da 1990’lı yıllarda neoliberal ekonomi politikaları uygulamaya sokuldu ve bu politikalara uygun düşen bir takım siyasal, hukuksal ve toplumsal düzenlemeler yapıldı. Böylece bu ülkeler sosyalizmi terk edip kapitalizme geçiş yaptılar ve kapitalist dünya sistemine entegre oldular. Dolayısıyla, 1980-2000 dönemi Balkanlar için sosyalizmden kapitalizme geçiş yılları oldu. Bu geçiş sürecinde Balkanlar’da geniş kapsamlı ve köklü değişim-dönüşüm süreci yaşandı.

Sosyalist sistemin tasfiyesi ve kapitalizme geçiş süreci neoliberal politikalar (özelleştirme, toplumsal hizmetlerin ve harcamaların azaltılması, mal, hizmet, sermaye ve emek piyasalarının esnekleştirilmesi) üzerinden gerçekleştirildi. Neoliberal reformlar ve kapitalizme geçiş süreci Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği tarafından teşvik edildi ve desteklendi.

Ekonomik-mali “yardımlar”, önerilen neoliberal reformların uygulanması ve kapitalizme geçiş sürecinin hızlandırılması koşuluyla verildi. ABD ve Avrupa Birliği’nden gelen ekonomik-mali yardımlar kapitalizme geçiş sürecini destekledi ve hızlandırdı. Ama aynı zamanda yardımlar, merkez kapitalist ülkelerin Balkanlı eski sosyalist ülkeler üzerinde ekonomik ve politik hegemonya kurmalarına zemin hazırladı.

Merkez kapitalist ülkeler ile kapitalizme geçiş yapan Balkanlı ülkeler arasında borç ilişkisi oluştu. Günümüzde halen devam etmekte olan bu borç ilişkisi geçiş ülkelerinin aleyhine işlemektedir. Ayrıca uygulanan neoliberal politikalar ticareti serbestleştirdi ve böylece merkez kapitalist ülkeler ile olan ticaret hacmi hızla arttı. Bu ticari ilişkiden daha karlı çıkan taraf hiç kuşkusuz merkez kapitalist ülkeler oldu. Çünkü kapitalizme geçiş sürecinde ticaretin serbestleştirilmesi, Balkanlı eski sosyalist ülkeleri Batılı şirketlerin yeni piyasaları haline dönüştürdü. Böylece eski sosyalist ülkeler piyasa ekonomisine geçişle birlikte merkez kapitalist ülkelere bağımlı olan yeni bir çevreyi oluşturdular.

Kapitalizmin Balkan coğrafyasında yeniden yapılandırılması kaçınılmaz olarak yeni kapitalist ulus-devletlerin kurulmasına neden oldu. Böylece büyük dönüşüm sürecinde Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti yedi küçük ve zayıf kapitalist ulus-devlete bölündü: Hırvatistan (1991), Slovenya (1991), Makedonya (1991), Bosna-Hersek (1992), Karadağ (2006), Sırbistan (2006) ve Kosova (2008). Parçalanma sonucunda bölgedeki devlet sayısı (Türkiye dahil) 12’ye yükseldi. Dolayısıyla 1990 sonrasında Balkanlar’da bölgesel politik-ekonomik-askeri dengeler değişti ve yeniden şekillendi.

Yugoslavya’da sosyalizmden kapitalizme geçiş ve ülkenin parçalanması sürecinde savaşlar yaşanıldı. Tarihsel olarak sırasıyla Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Kosova, Sırbistan ve Makedonya’da silahlı çatışmalar / savaşlar yaşandı. Silahlı çatışmalar / savaşlar büyük toplumsal ve ekonomik yıkıma neden oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yaşanılan en şiddetli savaş Bosna-Hersek’te gerçekleşti. Yugoslav Savaşları ile birlikte soykırım, etnik temizlik, savaş suçları, zoraki kitlesel göçler tekrardan Avrupa’nın gündemine girdi. Yugoslav savaşları ancak Batılı büyük devletlerin müdahaleleri sonucunda durduruldu.

Bu müdahaleler sonucunda ABD ve Batı Avrupalı ordular Bosna-Hersek ve Kosova’ya yerleşti.

Sosyalizmden kapitalizme geçiş sürecinde dış yardım ve kredilerin yerel iktidar çevrelerince özel servet edinme kaynakları olarak kullanılması, siyasetin ve sivil toplumun etnik veya dinsel temelde parçalanması, rüşvetin yaygınlaşması, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi temel kamu hizmetlerinin bozulması ve yozlaşması, organize suç örgütlerinin gelişip güçlenmesi, kayıt dışı ekonominin yaygınlık kazanması, enflasyonun yükselmesi, işsizliğin artması, reel ücretlerin düşmesi, üretken yatırımların azalması, üretimin daralması, dış ticaret ve bütçe açıklarının artması, fuhuş ve uyuşturucu madde kullanımının yaygınlaşması gibi büyük ekonomik, politik ve toplumsal sıkıntılar yaşandı. Her ne kadar 2000 sonrasında bazı ilerlemeler ve iyileşmeler kaydedilmiş olsa da, Balkan halkları için bu sıkıntılar hala devam etmektedir.

Sosyalist rejimlerin yıkılması, kapitalizme geçiş, kapitalist dünya sistemine entegrasyon ve bu süreçte yaşanılan silahlı çatışmalar Balkanlar coğrafyası üzerinde uluslararası nüfuz mücadelesine yeni bir ivme kazandırdı ve güç dengesini değiştirdi.

1945 sonrasında Balkanlar bölgesinde – Yunanistan hariç – sosyalist devrimler gerçekleşmiş ve yeni sosyalist rejimler kurulmuştu. Bu durum, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin bölgedeki etkisini ve hegemonyasını arttırmıştı. SSCB, 1980’lerde ekonomik-politik kriz dönemine girince Balkanlar’daki SSCB etkisi ve hegemonyası azaldı. 10 yıllık kriz dönemi sonunda SSCB, 26 Aralık 1991 tarihinde resmen dağıldı. Aynı yıllarda Balkanlar’daki sosyalist rejimler peşi sıra çöktü. Böylece Balkanlar bölgesinde “güç boşluğu” oluştu ve yeni bir “nüfuz mücadelesi” başladı.

SSCB dağıldıktan sonra eski SSCB coğrafyası üzerinde 15 yeni bağımsız devlet kuruldu. Bunlardan en büyüğü ve en güçlüsü hiç kuşkusuz Rusya Federasyonu oldu. SSCB’nin parçalanması süreci ve 1990’lı yıllarda yaşanılan ekonomik, politik, toplumsal problemler nedeniyle büyük güç kaybeden Rusya, 1990’lı yıllarda Balkanlar bölgesinde etkili olamadı. Bölgedeki Rus etkisi 1990’larda dibe vurdu. Mayıs 2000’de göreve gelen Vladimir Putin yönetimi ile birlikte Rusya, 2000 sonrasında toparlanma sürecine girdi ve gücünü arttırdı. Böylece Rusya, 2000 sonrasında Balkanlar bölgesi ile daha fazla ilgilenmeye başladı. Rusya özellikle Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan üzerinden bölgede etkinliğini arttırmaya çalıştı. Fakat bunda şimdiye kadar pek başarılı olunamadı. Çünkü tüm çabalara rağmen Balkanlar’daki Rus etkisi günümüzde Sırbistan ile sınırlı kalmış bulunuyor.

Almanya yeni kurulan Slovenya ve Hırvatistan devletlerini kendi “arka bahçesi” olarak algıladı ve bu iki “bahçe” üzerinden etkinliğini arttırdı. Bu süreçte “kardeş” Avusturya, “ağabey” Almanya’nın en yakın destekçisi oldu. Avrupa’nın diğer büyük güçlerinden olan İngiltere, Fransa ve İtalya da büyük dönüşüm sürecinde bölge üzerinde güçlerini arttırdılar. Yani bu beş Avrupalı devletin Balkanlar’daki tarihsel etkileri 1990 sonrasında yükselişe geçti. SSCB’nin parçalanması ve bölgedeki sosyalist rejimlerin çökmesi buna uygun bir zemin hazırladı.

SSCB’nin parçalanması ve bölgedeki sosyalist rejimlerin çökmesi aynı zamanda ABD’ye de bölgede etkisini arttırma imkanı sundu. Böylece küresel güç ABD, Balkanlar coğrafyası üzerinde tarihinde hiç olmadığı kadar yüksek nüfuza ve etkinliğe 1990 sonrasında ulaştı. ABD bölge üzerinde nüfuzunu arttırırken özellikle Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova, Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan ve Makedonya ile sıkı ilişkiler kurdu ve geliştirdi.

Büyük dönüşüm Balkanlı ülkeler için bir “güvensizlik” sorunu meydana getirdi. Çünkü bu süreçte bir takım “Büyük Projeler” (Büyük Arnavutluk, Büyük Romanya, Büyük Sırbistan, Büyük Hırvatistan, Büyük Makedonya gibi) ortaya çıktı ve komşu ülkeler birbirlerine karşı irredentist politikalar uygulamaya başladı. Dolayısıyla Balkanlı yeni kapitalist devletler (Sırbistan hariç); (a) kendilerini güvence altına almak, (b) kapitalizme geçiş sürecini hızlı biçimde ve en az zararla gerçekleştirmek, (c) ABD’den ve Batı Avrupalı güçlü devletlerden destek almak için Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)’ne katılmak istediler.

Slovenya, Romanya ve Bulgaristan 2004’te, Hırvatistan ve Arnavutluk 2009’da bu amaçlarına ulaştılar. Makedonya, Yunanistan’ın vetosu nedeniyle NATO’ya katılamıyor. Bosna-Hersek, Karadağ ve 17 Şubat 2008’de resmen Sırbistan’dan bağımsızlığını kazanan Kosova NATO’ya katılabilmek için çalışmalarını sürdüren diğer Balkan devletleridir. Kosova’da yaşanılan problemlerden dolayı Mart 1999’da NATO tarafından bombalanan Sırbistan, NATO’ya katılmayı amaçlamayan tek Balkan devletidir. Sırbistan, güvenlik konusunda NATO’ya katılmak yerine Rusya Federasyonu ile işbirliği yapmayı tercih ediyor.

Balkanlı sosyalist ülkeler kapitalizme geçiş ile birlikte yüzlerini Avrupa Birliği’ne döndüler. Temel amaçları Birliğe katılmaktır. Bu amacın temel motivasyon unsurları; “kapitalizme geçişi” geri dönülmez bir süreç haline getirmek, “Avrupa ailesi”nin bir parçası olmak, Batı’nın “güvelik şemsiyesi” altına girmek ve tabi ki “zenginleşmek” oldu. Buna karşılık Avrupa Birliği, Balkanlı geçiş ülkelerinden temel hak ve özgürlüklere saygı, hukukun üstünlüğü, azınlık hakları, çok partili parlamenter demokrasi ve “işleyen piyasa ekonomisi” talep etti. Dolayısıyla Avrupa Birliği’nden gelen yardımlar bu kıstaslara bağlandı. Avrupa Birliği yardımlarının temel amacı ise, sosyalizmden kapitalizme geçiş sürecinin Avrupa Birliği kriterleri/kontrolü çerçevesinde devam ettirilmesi ve hızla tamamlanmasıdır.

Slovenya 2004’te, Bulgaristan ile Romanya 2007’de Avrupa Birliği’ne katılmayı başardılar. 3 Ekim 2005 tarihinden buyana Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakere sürecini sürdürmekte olan Hırvatistan’ın 2011 veya en geç 2012’de Birliğe tam üye olması bekleniyor. Bosna-Hersek, Arnavutluk, Makedonya, Sırbistan ve Karadağ ülkelerinin Avrupa Birliği’ne entegrasyon ve katılım süreçleri, Avrupa Birliği ile bu ülkeler arasında imzalanan “İstikrar ve Ortaklık” anlaşmaları çerçevesinde sürdürülüyor.

Bu ülkelerden Makedonya’nın önündeki en büyük engel, NATO’ya katılım sürecinde olduğu gibi Yunanistan’dır. Yunanistan, Makedonya’yı “Makedonya Cumhuriyeti” adı altında tanımıyor ve bu “isim anlaşmazlığı” nedeniyle Makedonya’nın hem NATO’ya hem de Avrupa Birliği’ne katılmasını veto ediyor. Dolayısıyla Yunanistan’ın karşı çıkmasından dolayı Avrupa Birliği ile Makedonya arasında tam üyelik müzakere süreci bir türlü başlatılamıyor.

19 Mayıs 2010 itibariyle sadece 69 devlet tarafından tanınan Kosova Cumhuriyeti ise, beş Avrupa Birliği üyesi (İspanya, Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Romanya, Slovakya) tarafından halen tanınmıyor. Bu durumda Kosova’nın Avrupa Birliği’ne katılımı şimdilik imkansız görünüyor.

Kapitalizme geçiş süreci ve Yugoslavya’nın parçalanması, bölge ülkelerini, Batı Avrupalı merkez kapitalist devletlerin ve ABD’nin “çevresi” haline getirdi. Romanya, Bulgaristan ve Slovenya’nın Avrupa Birliği’ne katılımı ve diğer Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği’ne entegrasyon süreci “hakim merkez – bağımlı çevre” ilişkisini sona erdirmedi. Avrupa Birliği içinde de bu ilişki devam ediyor. Avrupa Birliği entegrasyon süreci ilerledikçe Avrupa içinde “merkez – çevre ilişkisi” daha da pekişiyor, Balkan coğrafyası Batı Avrupa’nın “arka bahçesine” dönüşüyor. Arka bahçe, merkez Batı ülkelerine ucuz emek-gücü, ucuz üretim araçları/girdileri ve yeni piyasalar sağlıyor. Merkez Batı ülkeleri ve ABD, bu bölgeye sadece ekonomik olarak değil, fakat aynı zamanda askeri, sosyo-kültürel ve ideolojik olarak da yerleşiyor.

 

Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği’ne entegrasyonu süreci bölgedeki problemleri çözmekte yetersiz kalıyor. Yani Avrupa Birliği’ne entegre olmak otomatikman bölgede yaşanılan ekonomi, politik ve toplumsal problemleri çözmüyor. Son olarak Avrupa Birliği’ne katılan Bulgar ve Romen ekonomilerinin şu anki kötü durumları bunu açıkça gösteriyor. Avrupa Birliği’ne katılmış olmalarına rağmen Bulgaristan ve Romanya’da işsizlik oranları sırasıyla %9,1 ve 7,6, yoksulluk sınırı altında yaşayan nüfusun toplam nüfusa oranı ise %14 ve %25’dir.1  Yani Avrupa Birliği üyesi Romanya’da her dört kişiden biri yoksulluk sınırı altında yaşıyor.

Avrupa Birliği üyesi olan Slovenya’nın, sınır anlaşmazlığı nedeniyle komşusu (ve eski “Yugoslav ortağı”) Hırvatistan’a Avrupa Birliği’ne katılım konusunda engel çıkarması da, Avrupa Birliği entegrasyon sürecinin Balkan coğrafyasındaki sorunları çözmede yetersiz kaldığının bir başka göstergesidir. Ayrıca NATO’ya katılım ve entegrasyon, bölgede sıcak çatışmaların önüne geçmiş olsa da, bölge ülkeleri arasındaki anlaşmazlıkları çözemiyor ve güven bunalımını sona erdiremiyor.

Tüm bu nedenlerden dolayı, Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya katılım süreci göz ardı edilmeden, Balkan ülkeleri arasında bölgesel işbirliği sürecinin ilerletilmesine büyük ihtiyaç duyulmaktadır. İşbirliği, Balkan devletleri ve halkları arasında ekonomik, sosyal, kültürel ve politik düzeylerde geliştirilmelidir. İşbirliğinin geliştirilmesinde bölge hükümetlerinin rolü büyük olmakla birlikte, sivil toplum kuruluşlarının, düşünce kuruluşlarının, üniversitelerin ve medyanın da rolü son derece önemlidir.

Sadece hükümetler düzeyinde geliştirilecek olan işbirliği ilişkileri, sivil ayağı eksik kaldığı taktirde uzun vadeli olamaz. Hem resmi makamları hem de sivil toplum aktörlerini içerecek biçimde Balkan ülkeleri arasında geliştirilecek olan bölgesel işbirliği, bölgede yaşanan güncel sorunların çözülmesine, barış, güvenlik ve demokrasinin tesis edilip geliştirilmesine ve sosyo-ekonomik kalkınma sürecinin sağlıklı biçimde sürdürülmesine hizmet edecektir.

Ayrıca Balkan ülkelerinin Avrupa bütünleşme süreci içinde daha sağlam bir pozisyona sahip olmaları için de bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi önem taşımaktadır. Bölgesel işbirliği, Balkan ülkelerinin gelişimine katkı sağlayacağı için, bu ülkelerin “bağımlı çevre” pozisyonundan kurtulmalarına yardımcı olacaktır.

Fakat bölgesel işbirliğinin Balkanlar coğrafyasında geliştirilmesi hiç de kolay olmuyor ve olmayacaktır. Çünkü bölgesel işbirliğinin geliştirilmesini zorlaştıran pek çok engel mevcuttur. Bunlardan birisi (tek değil), bölge ülkelerinde halen canlılığını ve etkinliğini devam ettirmekte olan “aşırı milliyetçilik”tir.

Balkanlar’da bölgesel işbirliğini zorlaştıran en önemli engellerden birisi olan “aşırı milliyetçilik” konusunu, bundan sonraki üç yazımda ele almayı planlıyorum.


* TASAM Balkanlar Çalışmaları Koordinatörü, Kocaeli Üniversitesi Uls. İlş. Böl. Öğretim Üyesi
1https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ro.html ve https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/bu.html

 

MAKALELER

tasamyayinlari

1-2 Aralık 2010


{alt}