Turkish (Turkiye)English (United Kingdom)

Ana Sayfa Makale ve Yorumlar Avrupa Konseyi Sonuç Bildirgesi Üzerine Notlar (14 Aralık 2007)

Avrupa Konseyi Sonuç Bildirgesi Üzerine Notlar (14 Aralık 2007)

Yrd. Doç. Dr. Engin SELÇUK

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Katılımı: “İmkansız”ı Tanımlamak (?)
17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Avrupa Konseyi, zorlu görüşmelerin ardından Türkiye ile katılım müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başlatılması kararını almış ve bu karara bitişik olarak, Türkiye müzakerelerinde esas alınacak olan “müzakere çerçevesi”ni ana hatlarıyla tanımlamıştı.
Konsey sonuç bildirgesinde ifadesini bulduğu şekliyle Türkiye müzakereleri, geçmiş genişleme deneyimlerinden farklı olarak teknik ve objektif bir süreç olarak değil ama daha çok politik bir süreç olarak tasarlanmış; bu süreçte Türkiye’nin manevra alanı oldukça daraltılmıştı.
Dahası, bu müzakerelerin sonucu ve hedefi açısından da kimi belirsizlikler; Türkiye ile katılım dışındaki farklı ilişki biçimlerini dışlamayan kimi yaklaşımlar söz konusuydu.
Önce, Kıbrıs yükümlülüklerini yerine getirmediği için Aralık 2006 tarihli Avrupa Konseyi’nin müzakere başlıklarından sekizini “yükümlülükler yerine getirilmedikçe” askıya alması; ardından da “Sarkozy Anomalisi”ni bahane ederek 14 Aralık 2007 tarihli Avrupa Konseyi’nin “katılım müzakereleri” ibaresini dışlaması tüm bu gerçekleri gün yüzüne çıkardı.
Aşağıdaki satırlarda bundan üç yıl önce kaleme alınan ve Türkiye ile katılım müzakerelerini başlatan Aralık 2004 tarihli Konsey Sonuç Bildirgesi’ne ilişkin bir değerlendirme bulacaksınız. Bu değerlendirmeyi kısaltarak tekrarlamamızın nedeni “Ben söylemiştim !” demek için değil… En azından sadece bunun için değil... Türk kamuoyunun ve kimi akademisyen ve bürokratların akıl tutulması ve körlüğünü göstermek için…
Brüksel Avrupa Konseyi Sonuç Bildirgesi Üzerine Notlar (17 Aralık 2004)
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Katılımı: “İmkansız”ı Tanımlamak (?)
Giriş
Avrupa Komisyonu’nun 6 Ekim tarihli ilerleme raporu ve Avrupa Parlamentosu’nun 15 Aralık tarihli tavsiye kararı sonrası 16-17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de toplanan Avrupa Konseyi, Türkiye ile katılım müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başlatılması kararını aldı. Türkiye adına ilk bakışta olumlu yönde değerlendirilmesi gereken bu karar, satır aralarında katılım konusunu neredeyse imkansızlaştıran; başka kelimelerle, imkansız olanı tanımlayan ve katılım dışında farklı ilişki biçimlerine kapı açan hükümlerle yüklü.
Avrupa Birliği kurumsal mimarisinde “Avrupa Konseyi”, Birliğin genel politik yönelimlerini belirleyen ve Avrupa bütünleşmesinin devletlerarası meşruiyetini temsil eden; özü itibarıyla politik doğaya sahip bir yapılanmanın adıdır. Bu niteliğinden ötürü de Birlik anayasal düzeninde Avrupa Konseyi’ne ait sonuç bildirgeleri, pozitif hukuksal sonuçlar doğuran metinler olmaktan çok, üye ülkelerin devlet ya da hükümet başkanlarının politik iradelerinin bir ifadesi görünümündedir. Kamu oyunda sanıldığının aksine, bu iradelerin ifadesini bulduğu sonuç bildirgeleri, formel anlamda bir oylamanın konusunu oluşturmaz. Bildirgeler, uzun ve zorlu görüşmeler sonucu “uzlaşma” ile üretilen metinlerdir. Ne var ki, farklı devletlerin görüşmelerde ortaya koydukları farklı tavırlar, bu uzlaşının deşifre edilmesini güçleştirir. Çünkü farklı tavır ve pozisyonların her biri, az ya da çok; açık ya da zımni, sonuç bildirgelerinde kendisine yer bulur. Bildirgenin kendisi, bu farklı tavır ve pozisyonlar arasında kurulan “hukuk-öncesi” hassas bir dengenin politik ifadesidir. Bu noktada kritik olan da, bu politik ifadeyi çözümleme/deşifre etme sorunudur.
Brüksel Avrupa Konseyi sonuç bildirgesinde ifadesini bulduğu şekliyle, bu çözümlemenin işaret şamandıraları ya da Türkiye’nin katılımı önünde duran muhtemel sorunlar; “açık uçluluk”, “müzakere çerçevesi”, “müzakerelerin askıya alınması” ve “yükümlülük azaltıcı önlemler”e ilişkindir. Bu işaret şamandıralarına bildirgede üstü kapalı olarak değinilen iki konuyu daha eklemek gerekir: “Kıbrıs” ve “Ege”.
I. Açık Uçluluk Sorunu
“Diğer aday ülkelere uygulanan kriterler temelinde, Birlik’e katılım için aday bir ülke” olduğunun teyit edildiği, Aralık 2002 tarihli Helsinki Avrupa Konseyi sonrası Türkiye, giderek artan bir ivme ile Avrupa düzeyinde çeşitli tartışmaların konusunu oluşturmuş; Fransız basını tarafından “Türk Sorunu” şeklinde nitelenen bu tartışma, 13 Haziran 2004 tarihli Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi politik bir içerik kazanmıştı. Türkiye artık Birlik üyesi ülkeler için bir iç politika öğesiydi. Çünkü Türkiye’nin Birlik’e katılımı, yalnızca Birlik ve Türkiye’nin değil, tek tek üye devletlerin sınırları ve kimliği üzerine bir sorundu. Brüksel Avrupa Konseyi öncesi bu sorun, Birlik üyesi ülkeleri farklı pozisyonlara zorladı. Alman, Avusturyalı ve Fransız muhafazakarların baskısıyla Avusturya ve Fransa hükümetleri, müzakerelerin çift hedefli, yani aynı anda “katılım” ve “özel statü”ye yönelik bir süreç olarak kavranması gereğini savundu. Gene aynı ülkeler, “köprüden önce son çıkış” formülü olarak ulusal anayasal düzenlerinde “referandum kaydı”nı seslendirmeye başladı.
Bu tartışmaların gölgesinde kalan Avrupa Konseyi sonuç bildirgesi, hemen beşinci paragrafında, Avrupa Birliği’nin genişleme konusunda kendisine sınır çizme iradesini ortaya koyan bir yaklaşıma yer verir. Bildirgenin “Türkiye” alt başlığında değil ama genel olarak “genişleme” başlığı altında ifadesini bulan bu yaklaşım, Avrupa bütünleşmesini tehlikeye düşürecek bir genişlemenin reddedileceğine kalın çizgilerle vurgu yapar. Bildirgenin Türkiye’ye ilişkin bölümünün 22. paragrafında ise Avrupa Konseyi, Komisyon’u, Türkiye ile müzakerelerin çerçevesine ilişkin hazırlayacağı bir öneriyi “Konsey”e sunmaya davet eder. Konsey’den istenilense, “3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelerin açılmasına yönelik bu çerçevenin kabulü”dür.
İlk bakışta, müzakerelerin açılması için kesin bir tarihin öngörülmesi ve “müzakerelerin ortak hedefi katılımdır” ifadesiyle özel statü olasılığının dışlanması, Türkiye adına olumlu yönde değerlendirilmesi gereken temalar olarak göze çarpar. Ancak hemen ardından gelen ifadeler, müzakerelerin sonucu ve hedefini ucu açık bırakarak aynı temaları zayıflatır.
• Müzakerelerin hedefine yönelik olarak bildirge, Türkiye’nin “üyelik yükümlülüklerinin tümünü yüklenebilecek konumda olmadığı bir durumda Avrupa yapılarına bütünüyle ve mümkün olan en güçlü biçimde bağlanması” gereğinin altını çizer. Rahatsız edici olan bu hükmün, “müzakere çerçevesi”nin ana hatlarının çizildiği paragraflarda ifadesini bulmuş olması ve bu yolla Komisyon’a, müzakerelerin hedefine yönelik politik bir mesaj verilmiş olmasıdır. Türkiye’nin Avrupa Birliği dışında, başta Avrupa Konseyi (Strasbourg) ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Hukuku olmak üzere Avrupa yapılarına zaten bütünüyle kenetlenmiş olduğu hatırlanacak olursa burada altı çizilenin “özel statü” olduğu bütün çıplaklığıyla ortadadır.
• Müzakerelerin sonucuna yönelik olarak ise bildirge, “bu müzakereler, sonucu önceden garanti edilemeyen açık uçlu bir süreçtir” ifadesine yer verir. Bilinen basit bir gerçek, bir uluslararası hukuk antlaşmasının müzakere sürecinin, doğası gereği açık uçlu olduğudur. Çünkü uluslararası hukuk antlaşması, çok taraflı ve birbirinden farklı hukuksal iradelerin bir ifadesidir. Ne var ki, ortak hedefi ve maddi içeriğini “katılım” olarak belirleyen bir müzakere sürecinde, iyi niyetli bir yorumla, açık uçluluktan söz edilemez. Katılım müzakerelerinin hedefi, aday ülkenin Birlik’e sağlıklı bir biçimde katılması; katılımın hangi koşullar altında gerçekleşeceğinin belirlenmesidir. Bildirgede yalnızca müzakerelerin hedefi değil ama sonucu açısından da açık uçluluğun kalın çizgilerle altının çizilmiş olması, üye ülkelerin devlet ya da hükümet başkanlarının müzakere sonuçlarına ilişkin bilinen politik beklentilerini gün ışığına çıkarır.
Kıta Avrupası hukuk düzenlerinin hepsinde varlığını koruyan bir hüküm, nişanlanmanın ancak evlilik vaadiyle olduğudur. O kadar ki nişanın bozulması durumunda bundan sorumlu olan taraf, maddi ya da manevi tazminat yükümü altındadır. Avrupa Konseyi’nin müzakere sürecinin açılması ve müzakerelerin hedefine ilişkin kararı, kaba bir benzetmeyle nişanlılık işlemini hatırlatır. Sonuç bildirgesinin açık uçluluğa ilişkin hükmü ise hiç gereği olmayan, anlamsız ve iyi niyetten yoksun bir kayıt düşer: “evlenmeyebiliriz !”
 

MAKALELER

tasamyayinlari

1-2 Aralık 2010


{alt}