Turkish (Turkiye)English (United Kingdom)

Ana Sayfa Makale ve Yorumlar Avrupa Birliği’nin Balkan Politikası ve Türkiye

Avrupa Birliği’nin Balkan Politikası ve Türkiye

Büyükelçi (E.) Uluç ÖZÜLKER

Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Avrupa Birliği (AB)’nin Doğu Avrupa politikasında köklü bir değişim yaşandı. AB, Doğu Bloğunun eski ülkelerini bünyesine katma kararı aldı. Aslında bu ülkeler ne demokrasi ne de ekonomi yönünden tam üyeliğe ehil değildiler. Ancak, bir yandan İkinci Dünya Savaşı’ndaki hatasını telafi etmek, diğer yandan Rusya ile arasında tampon bölge oluşturmayı sağlamak amacıyla, hazır olmasalar da, AB bu ülkeleri, esas itibariyle siyasi bir kararla tam üye yapmayı benimsedi.
Buna karşılık, aynı tarihlerde tam bir kaos içindeki Yugoslavya’yı bu kapsama dahil etmedi. Hatta kıtasal sorumluluğuna karşın, siyasi ve askeri bağlamda henüz olgunluğa ulaşamamış olması, bir başka deyişle güçsüzlüğü nedeniyle, Sırp milliyetçiliğinin yol açtığı ve Yugoslavya’nın parçalanmasına kadar giden sürece adeta seyirci kalarak, meydanı ABD’ye bırakmaya tercih etti. NATO’nun ortak harekâtı sonrasında Yugoslavya bölündüğünde ise, ABD’nin de ısrarıyla, AB bölgeye yeni bir politika ile girdi.


Bu dönemde AB Balkanlar’ı Doğu ve Batı olarak ikiye ayırmaktaydı. Kendisi de bir Balkan ülkesi olan Yunanistan, tam üyeliğinin verdiği avantajla, hem AB’nin ilgisini bölgeye yönlendirmeye gayret sarf ediyor, hem de bölge ülkelerine bu kapsamda hamilik yaptığı imajını yaymaya çalışıyordu. Bu politika, dâhil olduğu Balkanlar’ı geleneksel tanımlamasıyla bir bütün olarak gören ve doğal olarak yakın ilgi duyan Türkiye’yi rahatsız etmekteydi.


Slovenya, Bulgaristan ve Romanya bu dönemde zaten AB’ne üyelik yolundaydılar. Başta Almanya olmak üzere, kendisini tarihi nedenlerle yakından destekleyen üye ülkeler bulunan ve esasen kalkınmışlık düzeyi nedeniyle üyeliğe görece daha yakın olan Hırvatistan da bölünmeden hemen sonra üye adayı yapılarak müzakerelere başlandı. Üyelik için ne siyasi ne de ekonomik açıdan hazır olmayan diğer Balkan ülkeleri yönünden, Bölgeye istikrar ve barışın olabildiğince süratle geri getirilmesi yolunda, AB üyeliği perspektifi bir teşvik olarak kullanıldı. Bu kapsamda Makedonya ve Arnavutluk ile daha sıkı bağlar kuruldu.


Kosova konusunda Ahtisaari Planı çerçevesinde kaydedilen gelişmelerden sonra AB bu ülkeye de kapılarını açtı. Sırbistan’da yaşanan olumlu gelişmeler, bu ülkenin de uzak olmayan bir gelecekte AB ile daha sıkı ilişki içine gireceğini düşündürüyor. Dolayısıyla, AB’nin teşvik politikasının işe yaramadığını ileri sürmek mümkün değildir. Esasen bütün bu oluşumu müteakip, AB Bölgenin adını “Güney Doğu Avrupa” olarak değiştirerek, tanımlamada da bütünlük anlamında yeni bir adım atmış ve son tahlilde, Balkanlar, AB’nin parçası haline gelmiş bulunuyor.


AB’nin böylece Balkanlar’a inişi, kendisini artık Karadeniz’e de sahildar kılmakla, bugüne kadar var olmayan ek sorumluluk altına sokmuş durumdadır. NATO üyeliklerini izleyen süreçte Bulgaristan ve Romanya’nın, Sovyetler Birliği’nden kalan endişe ve kuşkularına bağlı olarak, bu yeni statülerinden bilistifade, Rusya’nın olası baskılarına karşı koyabilmek veya en azından bu ülkeyi olabildiğince izole edebilmek amacıyla, İttifak’ın şemsiyesi altında ABD’yi de Karadeniz’e sokma niyet ve girişimleri de dikkate alındığında, Balkanlar artık sadece sahildar ülkelere alt kapalı bir havza olma niteliğini kaybetme riski altına girmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin bu gelişmelerden rahatsız olmadığını söylemek mümkün değildir.


Türkiye açısından Balkanlar büyük önem taşımaktadır. Kısaca,
1.Türkiye de bir Balkan ülkesidir. Bu jeopolitikte yaşanan her gelişme kendisini de yakından etkilemekte ve dolayısıyla ilgilendirmektedir.


2.Tarihi nedenlerle Türkiye’nin Bölgede farklı bir konumu vardır. Genelde bakıldığında, asırlar süren Osmanlı hâkimiyeti nedeniyle, Bölge ülkelerinde Türkiye’ye karşı, saygılı olsa bile, sevgisiz bir yaklaşım bulunmaktadır. Osmanlıyı müstevli olarak değerlendirenlerin sayısı hiç de az değildir. Bölgede yaşayan Türk azınlıklara her zaman ilimli bir köprü işlevi üstlenme fırsatı tanınmamış, bilakis bunlar yer yer ciddi baskı görmüşlerdir. Din faktörü ayrıştırıcı bir nitelik taşımıştır. Bosna ve Kosova örneklerinde görüldüğü gibi, olaylar Türkiye’nin aktif katılımını gerektirecek kadar ciddi niteliğe bürünebilmiştir.


3.Balkanlar, Türkiye’nin Batı ve Orta Avrupa – veya kısaca, en büyük ticari partneri AB – ile irtibatını sağlayan tek kara bağlantısıdır.


4.Balkanlar, Türkiye üzerinden geçecek ve ülkemizi enerji koridoru haline getirecek nakil hatlarının transit güzergâhıdır.


5.Türkiye’nin en yakın komşularından olan Balkan ülkeleri, ekonomik ilişkilerimiz açısından da önemli bir yere sahiptirler.


6.Artık tam üye olarak AB şemsiyesi altına girmiş bulunan Balkan ülkelerinin, AB yolunda ilerleyen ülkemize, bizim onlara NATO için yaptığımız gibi, destek vermelerinin önemi de göz ardı edilemez.
“Balkan” sözcüğü; ayrışma, parçalanma, çatışma gibi olumsuz anlamları taşımaktadır. Yakın tarihe baktığımızda, Balkanlar’ın hep ihtilaf ve çatışmaların yaşandığı bir huzursuzluk kaynağı olduğu görülmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Bölgenin bütününde hâkimiyet kurmuş olmasının, güçlü dönemlerinde, aslında bütünleştirici ve barışı sağlayıcı bir istikrar unsuru oluşturduğu yadsınamaz. Sovyet hegemonyasının hüküm sürdüğü dönemlerde de Bölgenin, tek ideolojiye bağlı bir istikrara kavuştuğu da bilinmektedir. Buna karşın, İmparatorluğun çöküş döneminde Bölge büyük çalkantılar içine girmiştir. Makedonya örneğinde olduğu gibi, Bölgenin bugün dahi tarihten kaynaklanan çekişmelere sahne olmaya devam ettiği de görülmektedir.


Balkanlar’ın gerçek anlamda bir istikrar ve barış bölgesi olması için AB çatısı altında birleşip bütünleşme önemli bir fırsat teşkil etmektedir. AB’nin kuruluşunda Fransa ve Almanya tarihi çekişmelerinin üstesinden bu şekilde gelmeyi başarmışlardır. AB’ne yeni giren ülkeler de aralarındaki asırlık ihtilafların üstesinden bu kapsamda gelmişlerdir. Türkiye’nin de AB üyeliğinin gerçekleşmesiyle, Balkan ülkeleri tarihte ilk kez, bir dış güç olmadan, kendi hür iradeleriyle bütünleşme aşamasına gelmiş olabileceklerdi. Bu açıdan, AB’nin birleşmeyi teşvik edici politikasının, kendi geleceği için olduğu kadar, Türkiye bakımında da menfaatine bir olgu oluşturduğu kanaatindeyim. Türkiye’nin AB üyesi olamamasının, Balkanlar’da yeni sıkıntıları ve çekişmeleri beraberinde getirmesi ihtimali bulunabileceğinden endişe ederim. Bu itibarla, Türkiye’nin AB’ne ve dolayısıyla Avrupa’ya kazandırabileceği avantajlar meyanında, bu faktörün de hatırda tutulmasında yarar görürüm.

 

MAKALELER

tasamyayinlari

1-2 Aralık 2010


{alt}